Aydemir, hem bölgesel krizler hem de küresel dengeler bağlamında Türkiye’nin duruşunu netleştiren mesajlar verdi.
FİLİSTİN’DE ADALET VE KÜRESEL DÜZEN ELEŞTİRİSİ
Aydemir, İsrail’in Filistin’de yürüttüğü sistematik işgal ve soykırım politikalarının mevcut küresel düzenin koruması altında sürdüğünü belirtti. Birleşmiş Milletler dahil tüm uluslararası mekanizmaların sömürgeci Batı’nın aparatı gibi hareket ettiğini, bu çark kırılmadan Gazze’de ve Batı Şeria’da adaletin sağlanamayacağını vurguladı.
1948 Nekbe’den bu yana değişenin sadece aktörler olduğunu, zihniyetin ise hiç değişmediğini dile getiren Aydemir, İsrail Güvenlik Kabinesi’nin Gazze’yi tamamen işgal kararının “Büyük İsrail” hedefinin üçüncü aşamasına geçiş anlamına geldiğini söyledi. 1948’de başlayan göç ve etnik temizlik politikalarının 1967 savaşlarıyla genişletildiğini hatırlatarak, Gazze’nin insansızlaştırılması sonrasında sıranın Batı Şeria, Doğu Kudüs ve hatta Ürdün’e gelebileceğine dikkat çekti.
Aydemir, bu sürecin yalnızca Filistin’i değil, tüm bölgeyi ve küresel barışı tehdit ettiğini belirtti. İsrail’in ABD ve İngiltere desteğiyle Filistin topraklarını adım adım ilhak ettiğini, uluslararası toplumun ise göstermelik tepkiler dışında hiçbir caydırıcı adım atmadığını ifade etti. Gazze’deki insanlık dramını “Batı’nın ikiyüzlü değer anlayışının aynası” olarak niteleyen Aydemir, bu tablonun Filistin için sadece Filistinlilerin savaştığını gösterdiğini söyledi.
Türkiye’nin bu tehdidi ciddiyetle algıladığını, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın diplomasi hamleleri ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın uluslararası temaslarının bunun kanıtı olduğunu kaydetti. İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği’nin etkin bir barış gücü kurarak İsrail sınırlarında caydırıcı şekilde konuşlanması gerektiğini savundu. Sözlerini, “İsrail’in yayılmacı siyaseti, küresel huzurun önündeki en büyük engeldir. Filistin meselesi lokal bir sorun değil, dünya barışının anahtarıdır. Bu mesele çözülmeden bölgemize huzur gelmeyecektir” ifadeleriyle tamamladı.
CHP’NİN KÜRT MESELESİNDEKİ “RİYAKÂR” TUTUMU
Aydemir, CHP’nin terörle mücadelede net bir duruş sergileyemediğini, bunun hem siyasi hem de ahlaki bir sorun olduğunu dile getirdi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “Kürtçe öğrenmeye çalışıyorum” açıklamasını “riyakâr bir tutum” olarak değerlendirdi.
CHP’nin samimiyet testinden her defasında kaldığını söyleyen Aydemir, İmamoğlu ve Genel Başkan Özgür Özel’in söylemleri ile eylemleri arasında derin bir uçurum olduğunu vurguladı. İmamoğlu’nun bir yandan “Kürtçe öğreniyorum” diyerek halkın duygularını istismar ettiğini, diğer yandan anayasanın eşitlik ilkesini hiçe sayan ifadeler kullandığını savundu.
Özel’in de benzer şekilde “Ulusalcı” tabana mesaj verirken DEM Parti ile temaslarını gizlemediğini belirten Aydemir, CHP’nin Kürt meselesini çözmekten çok seçim dönemlerinde oy devşirme aracı olarak kullandığını söyledi. “Riyakâr cümlelerle topluma yön verenlerin inandırıcılığı kalmaz” diyen Aydemir, hem İmamoğlu’nun hem de Özel’in açıklamalarını samimiyetsiz, tutarsız ve günü kurtarmaya dönük olarak nitelendirdi. İmamoğlu’nun DEM ile yakın teması ile Özel’in “Ulusalcı” söylemi arasındaki tezatın CHP’yi güvenilmez hale getirdiğini belirterek, “Bir öyle bir böyle açıklamalarla ülke yönetilemez” dedi.
EKONOMİK DÖNÜŞÜM VE SAVUNMA SANAYİİNDEKİ ATILIM
İbrahim Aydemir, Türkiye ekonomisinin yapısal dönüşüm sürecini değerlendirerek, yüksek teknolojinin sanayi üretimindeki payının artmasını ve savunma sanayiindeki ihracat ivmesini ülkenin geleceğini şekillendiren en stratejik gelişmeler olarak tanımladı.
Hizmetler sektörünün toplam ekonomideki payının gelişmiş ülke seviyesine yaklaştığını ancak kalite ve verimlilikte aynı seviyeye ulaşılamadığını belirtti. “Devlet hastanelerinde dünya standartlarının üzerinde hizmet alan bir vatandaş, taksiye bindiğinde üçüncü dünya ülkesi muamelesi görmemeli. Tüm bileşenler en üst hizmet standardına göre kendini ayarlamalı” dedi.
Türkiye’nin sanayi üretiminde 2021 Ağustos’tan bu yana yüksek teknolojinin lokomotif güç olduğunu, makine, kimya, elektrik-elektronik, motorlu taşıtlar, sağlık teknolojileri ve savunma sanayiinde kayda değer ivme yakalandığını söyledi. “Yüksek teknolojide yakalanan bu tempo korunmalı, alt-orta teknoloji kayıpları bu alandaki artışla dengelenmeli” ifadelerini kullandı.
Savunma sanayiinin Türkiye’nin hikâyesini değiştiren sektör olduğuna dikkat çeken Aydemir, “Çevremizdeki savaş ve krizler karşısında kendi teknolojisini geliştiren Türkiye, ihracatta 10 milyar dolar eşiğini aşmaya çok yakın. Bu başarı, ekonomik bağımsızlığın garantisidir” dedi. Özel sektörün sorumluluk alması gerektiğini, aksi halde devletçiliğin yeniden devreye gireceğini vurguladı.
ZENGEZUR KORİDORU VE BÖLGESEL KONTROL UYARISI
Aydemir, Washington’da imzalanan “Trump Uluslararası Barış ve Kalkınma Rotası” (TRIPP) mutabakatıyla Zengezur Koridoru’nun yüz yıllığına Amerika’nın denetimine bırakılmasının Kafkaslar’da huzursuzluğa açılan bir kapı olduğunu söyledi.
Amerika’nın girdiği her coğrafyada İsrail’in menfaatlerini öncelediğini ve uzun vadeli huzursuzluk ürettiğini vurgulayan Aydemir, “Kafkaslar’da atılan bu adım, bölgesel istikrarı tehdit edecek yeni krizleri tetikleyebilir. Amerika emperyal bir güç olarak kendi jeopolitik hesaplarını uygular; bu da bölgedeki kırılgan dengeleri daha da bozar” dedi.
İran’ın koridor konusundaki tutumunu “arabozucu” olarak nitelendiren Aydemir, bu yaklaşımın Türkiye’nin lehine olabilecek bir sürecin dış müdahalelerle farklı bir istikamete sürüklendiğini belirtti. “Asıl hedef, Zengezur kapısının açılması ve Türkiye’nin bu koridorun yegâne sahibi ve işleticisi olmasıydı. Böylece hem Türk dünyasıyla karasal bağlantımız sağlanacak hem de bölgesel ticarette stratejik üstünlük kazanılacaktı” dedi.
İran ve Rusya’nın dengelenmesi, Afrika ile ticaret imkânlarının gelişmesi ve yeni ekonomik bağlantıların kurulmasının önemli kazanımlar olduğunu ancak bunların stratejik kontrolün kaybedilmesini telafi edemeyeceğini ifade etti. “Bölgesel barış ve ekonomik istikrar, ancak Türkiye’nin doğrudan kontrolünde olan bir koridorla kalıcı hale gelir” diyen Aydemir, Kafkaslar’ın önümüzdeki dönemde büyük güçlerin rekabet sahasına dönüşebileceği uyarısında bulunarak Türkiye’nin bu sürecin merkezinde ve hak sahibi konumda olması gerektiğini, aksi halde bölgede istikrarsızlığın kalıcı hale geleceğini söyledi.